Televizyonun gücünü hepimiz biliyoruz. Onunla kitlelere istediğiniz her türlü şeyi yaptırabilirsiniz. Toplumların yaşam biçimlerini, düşünce yapılarını, geleneklerini, göreneklerini, ilgilerini, gündemlerini kısaca her şeyi değiştirebilirsiniz.
Birkaç yıldır tv kanallarındaki yoğun reklam kampanyalarından da anlaşılacağı üzere Şubat ayında kutlanacak en anlamlı ve özel gün hepimizin bildiği ve bazılarının heyecanla beklediği sevgililer günü.

Zaman zaman bu günün kapsadığı kişiler hakkında çeşitli tartışmalar yapılsa da, ben de böyle günleri fazla onaylamayan biri olarak birbirini aşkla seven kişilerin günü olduğunu savunanlardanım. Aralarında aşkla dolu bir sevgi bulunmayan kişilerin bu günü kutlamalarının anlamı olmadığını düşünüyorum. Aslında bence bu günün özel bir gün olmasının sebebi de birbirini aşkla seven kişiler üzerinden tüketilmesi gereken üretimler için uydurulmuş olmasıdır.

Hep böyle olmuyor mu zaten, insanlar çıkarları uğruna her zaman en saf ve en güzel duyguları sömürerek istediklerini yaptırmıyorlar mı?

Ama şu hediye işine sıra gelince, sevgili televizyonumuz devreye giriveriyor ve ısrarla kadınlara alınacak hediyenin bir küçücük pırlantacık olması gerektiğini günler öncesinden beynimize kazıyor .Tabi beklenti içinde olan hanımlarda bu reklamları izlediklerinden , onlarda parmaklarına takılacak bir küçücük pırlantacık hayaliyle dolaşıyorlar. Beklenen gün yaklaştığında ise beyleri ve bayanları alıyor bir telaş.

Ya falancanın sevgilisi ona pırlanta alırda benimki bana almazsa…
Ya filancanın kocası bir tek taş alırda , bu haftaki günümüze filanca pırlantasını takarda gelirse… Ya da kendine pırlanta alınmayan bayan ben bunu hak etmedim mi diyerek kendinle hesaplaşması…
Beylerin telaşı başka tabi… Bu pırlanta alınmazsa neler olacağını hayal bile etmek istememek. Kanapede rahat yatılıyor muydu acaba diye düşünmek…
İşin maddi boyutu ayrı bir dert…Bir gerginlik…Bir huzursuzluk…
Eğer iyi bir hediye gelmezse erkeğe gününün nasıl gösterileceği, ona bunun hesabının nasıl sorulacağı gibi planlar, çeşitli stratejiler geliştirmeler…
Yani ruhsal bir yorgunluk.
Bu arada bu psikolojik savaştan ilişkinin alacağı yara, bu yaranın açtığı olumsuzlukların tamiri için harcanacak çaba …Bu da işin ayrı bir boyutu.
İnsanlar arasındaki en yüce duygunun böylesine maddesel bir boyuta taşınması , bu duygunun karşılığının bir küçücük pırlanta olduğunun insanlara dayattırılması hatta inandırılması ve bu ödülü alamayanların bunu hak etmedikleri duygusuna kapılmaları.
Bir sevgiyi, aşkı gösterme şeklinin bir küçücük pırlanta olması gerektiğine nerdeyse herkes inanmış durumda. Tek taş üzerine reklamlar çekiliyor, bu reklamlarda kadınlar erkeklerini ne kadar sevdiklerini, ona ne kadar değer verdiklerini, onlar için her türlü fedakarlığı yaptıklarını anlatıyor ve karşılığında bir küçücük pırlanta hak ettiklerini ve en önemlisi bunun bir hak olduğunu gözümüzün içine baka söylüyorlar. O kadar çok hayatımıza sokuluyor ki bu tek taş pırlantalar adına şarkılar besteleniyor kitleler tarafından bu şarkılar söyleniyor.
Sevginin aşkın günü olmalı mıdır? Olmamalı mıdır? Bu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak ben senede bir gün bana özel hissettirecek, hediye alacak, bu günü bana heyecanla bekletecek bir sevgili olmaz olsun diyenlerdenim. Güzellikler yaşamak için; sınırları çizimli, belli kalıpları olan, kime ne alacağıma endüstriyel sistemlerin karar verdiği günleri değil; neyin ne zaman olacağının önceden kestirilmediği kendiliğinden gelişiveren günleri tercih edenlerdenim.

Yinede tüm sevenlerin , aşıkların sevgililer gününü kutlarım… Pırlantalı veya pırlantasız…. Orası size kalmış….