Mutluluk Savaşı

Dünya’da büyük bitmeyen sonsuz bir savaşın içindeyiz hepimiz… Bu savaşın adı “ Mutluluk Savaşı ”. Sürekli daha iyi yaşayabilmek, daha iyi şartlara sahip olmak için, bir gaye ile mutluluğun savaşını veriyoruz.. Farkında olarak yada olmayarak..

Her savaşta olduğu gibi bu savaşta da canlar yanıyor.
Fakat bu manevi bir acı. Barış içinde savaşmak sinsice bir kamçı oluyor etrafımızdakilere. Hepimiz biraz ya da çok benciliz. Bu uğurda etrafımızdakileri kırmaktan çekinmiyoruz. Hatta o kadar benciliz ki; dünya hep bizim etrafımızda dönsün istiyoruz. Karşımızda ki insanı kendi mutlu olacağımız şekilde olmasını istediğimiz gibi değiştirmeye çalışıyoruz. Ve çatışmalar yaşıyoruz. Kişilik çatışmaları. Cümlelerimize bu gibi durumlarda hep “BEN” ile başlarız ve aslında kendi haklılığımızı karşımızdakine anlatmaya çalışırız. Ya da “AMA” ile başlayarak, onun haksız olduğunu ve dediklerinin hiçbir önemi olmadığını belirtmeye yönelmiş oluruz. İnsan beyni hatasını o anda anlamaya elverişli değil maalesef, hatalarımızı işledikten sonra farkına varırız. Karşımızdakinin tepkisi geri bildirim olarak bize geldiğinde. Bizim göremediğimiz kendi yönümüzden baktığımız noktaları onun gözünde görmeye başladığımızda, empati yaptığımızda ancak farkına varabiliyoruz. Fakat bazılarımız hata olduğunu bile bile hatalar yaparlar. Bu tam bir bencillik ve karşısındakine acı vermek amaçlı olur.

Öfkemize kapılıp bazen geri dönüşü olmayan suçlar işlenir, ama yine de bunun affedilmesi beklenir.
Bu her iki tarafı da kandırmak her iki tarafında kendini aldatması olur. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, ama olacağına inanırız. Yıkılan bir saygı, yıkılmış kökleri çıkmış bir ağaç gibi tekrar var olamıyor. Saygının terk ettiği yeri sevgi de terk ediyor. Temel taşları yerinden oynatmış oluyoruz. Geriye kalan alışkanlık ya da kaybetme duygusunu biz sevgi ya da aşk sanmaya başlıyoruz. Biraz şizofrenik bir vakanın içine girmiş oluyoruz. Etrafınızdaki insanlar size ne söylerse söylesinler, umrunuzda olmuyor. Acı çekiyorsunuz ve bu doğrular sizi mutlu etmiyor, yalanlar üzerinde ya da hayaller üzerinde fırtınalı bir denizde sörf yapmaya çalışmak gibi bir şey bu. Boğulacağınızı, öleceğinizi bile bile açılıyorsunuz. Belki bir mucize…

Bahanelerimiz vardır hayatta, hatalarımızın bahaneleri..
Bir kalkan gibi o bahanelerle yol almaya çalışırız. Aslında… Şöyle olursa… Düzeliriz, hiç bir sorun kalmaz! Hep bir umut hep bir mucize…

İnsanın en büyük düşmanı kendisidir. En büyük zararı insan kendisine verir. Başkası değil! Sadece kendisi! Kendimiz ortamı yarattığımız için zarar görürüz. Sanki şeytanla anlaşmışcasına geri adımda atmayı pek sevmeyiz.

Mutlu olmak, mutlu olmayı bilmek beklentilerinin karşılanması ya da karşılamanız ile ilgilidir. Bencilliği katmadan, tüm organikliği ile sade bir mutluluk istemek ve bunun için yol alabilmek gereklidir. İhtiyacımız olan şey hayata tutunduran şey biri umut biri mutluluk… Mutluluk umuduyla ve mutlu edebilmek umuduyla, değişime uğramadan / uğratmadan bunu başarabilmek önemlidir… Ve en önemlisi “DEĞER” bilirsek “DEĞER” verilirsek mutlu olabiliriz. Her insan kendi değerini kendi belirler… Bu da saygınlıkla bağdaşır…

Suzan Toker
2010